ARA ÖZALTIN - ŞİİRLER -
  GAZETELERDE ÇIKAN YAZILARI
 


 

BİR CİNAYETİN ARDINDAN

CUMHURİYET – 10 MART CUMARTESİ 1973

 

Dr. Ara ÖZALTIN

 

YÜZYILLAR BOYUNCA KARŞILIKLI YAŞANMIŞ KİN VE İNTİKAM DUYGU­LARI, ARTIK SAĞDUYUNUN İNSANCIL SEVGİSİNDE ERİMELİDİR. ÇAĞDAŞ DÜŞÜNCE    BUNU GEREKTİRİYOR.

 

 

Demek oluyor ki bir yerde ne yaş, ne hayat tecrübesi, ne de öğrenim, insanların iç evrenini daha soylu, daha er­demli bir yönde oluşturmak İçin yeterli olmuyor. Öğrenim dediğimiz bilgi birikimi, ada­let, iyi niyet ve insancıl duy­gularla bütünleşmediği sürece ne bir bilginin, ne bir yaza­rın ya da sanatın herhangi bir dalında uğraşısı olan bir sa­natçının —aydın— sözcüğünün açıkladığı anlamla hiçbir birle­şik yönü olamıyor. Hatta er­demden uzak olan bu kişilerin söz, yazı ve yapıtları ruhsal yapı ve düşüncelerinin sahte yüzünü yansıtıyor denilebilir.

 

Çoğu kez, bir sanatçının öz yaşamında insan haysiyet ve şerefini küçülten çizgiler var­sa, deniliyor ki «bu şahısların kişisel yaşantıları bir tarafa bı­rakılsın, önemli olan onların yapıtlarının ve sözlerinin eleş­tirisini yapmaktır.»

Los Angeles'te 77 yaşındaki sözümona fikir adamı !. Mıgırdiç Yanıkyan’ın da alçakça işlediği ikili cinayetin yanısıra» bazı yapıtları varmış. Bunla­rın isimlerini gazetelerden öğ­rendim. (Haç - Dirilen İsa - Hain Yuda'nın Zaferi).

 

Demek oluyor kl iki masum kişiyi öldürene dek, bu katil - yazar, içinde canavarca hayvanlaşan ruhu uzun süre toplum­dan gizleyebilmiş ve öylesine gizleyebilmiş ki bu yapıtları ile birtakım gafil ve kişiliği olma­yan insanların sorumsuz vic­danlarında sığınak dahi bulabilmiş.

 

Ben, Yanıkyan'ın kitaplarını okumak fırsatını bulamadığım için bu konudaki eleştirilerimi kitapların isimleri ve katil olayı arasında kuracağım bir dü­şünce temeli üzerinde yürüte­ceğim. Bu kitapları okumuş olmanın bana kazandıracağı objektivitenin ise, yaşanan acı gerçek karşısında varacağım yargıda etkili olacağını da as­la zannetmiyorum

 

Haç: Hıristiyan dininde (kut­sal üçlü) yü. Allah’ı, İsa'­yı ve ilâhi ruhu simgeler. Çün­kü Isa bir çarmıha gerdirilip öldürülmüştü ve çarmıh haç şeklidir.

 

Yanıkyan bu kitabında ne di­yebilirdi diye düşünüyorum, iyilik, kardeşlik ve sevgiyi, mezhebinin felsefesinde amaç ve ana ilke olarak kabul eden İsa, çarmıha gerilmek pahasına da olsa bu ilkelerinden en ufak bir ödün vermeden yaşadı. İnsancıl mutluluğun, ancak insanların birbirlerini kardeşçe sevmekle gerçekleşebileceğini savundu.

 

Dirilen İsa: Herhalde yazar cani meşum cinayetini İsa'nın dirilişinden evvel işlemek iste­miş olsa gerek. Aksi halde kan akıtmak şöyle dursun <<sağ yü­zünüze bir tokat yiyince, solu­nuzu çeviriniz>> diye emreden Isa, bir mucize daha işlerse (İsa'nın mucizeleri o devirde varlığını çevresine kabul etti­ren olayların başında gelir) o silâh patlayamaz ve iki masum şahsın hayatına son veremezdi. Veya katil içindeki zehri akıtamadan olduğu yerde taşlaşıp kalır ve belki de <<kin>> adını ta­şıyacak ve bütün çizgileriyle in­tikam ve nefreti yansıtan kor­kunç bir heykele dönüşürdü.

 

Hain Yuda'nın zaferi: Bu eserin başlığı, aynen Yanıkyan'ın oynadığı dramla bir çağrışım meydana getirmektedir. Çünkü İsa'nın on iki havarisinden biri olan Yuda, İsa ile topluca ye­dikleri son bir yemekte, İsa ta­rafından ihanetle suçlandırılmış ve gerçekten de Yuda, İsa'yı ta­kip eden kuvvetlere onu ihbar etmiştir.

 

Çağdışı Tutum

 

Yanıkyan, İncil’deki bu olay­dan esinlenerek cinayetini bir davette işlemiştir. Ve dostça da­vet etmişti kurbanlarını hatta onlara bir hizmette bulunmak vaadiyle, aynen bir Yuda gibi

 

Şimdi, ey kara vicdanlı adam; sana ve senin şahsında kin ku­san çağdışı insanlara sesleniyo­rum:

Nedir hâlâ içinizde söndüremediğiniz volkan? Etrafınıza saçtığınız kin halkaları, mutlu­luk arayan masum insanların ruhlarını bir anda karartacak ve intikam fikrinin tutsağı ha­line getirecektir. Böylece bu ruhsal bunalım ve kâbus, zaval­lı insanları ömür boyunca mut­suz kılmaya yetecektir. Tarihsel akış içinde bütün ulusların ya­şamında adaleti zedeleyen olay­lar var olmuştur

 

Uygar olmak savında bulunan ulusların bireyleri, bu olayları ancak daha gerçekçi ve olumlu yönden değerlendirmekle gele­cekteki toplumların mutluluklarına hizmet edebilirler.

 

Bırakın ölüleri kendi mezarla­rında rahat yatsınlar. Onların ölümü bir yerde tarihsel şu ger­çeği kanıtlasın ve denilebilsin ki, kin - nefret ve hoşgörmezlik so­nucu ölen tüm dünya insanların­dan herhangi birinin mezarı, olu­şacak daha güzel ve daha mutlu bir dünyanın habercileridirler. Karşılıklı olarak akmış olan kan­ları, gözyaşı ve acıları değerlen­dirmenin gerçek anlamı bu olabilmelidir. Yoksa tarihsel olayları bir intikam aracı olarak kullan­mak, kana kan diye haykırmak değil.

 

Ben bu cinayeti değerlendirir­ken, Türkiye'de doğmuş, memle­ketini bir müslüman Türk kadar iyi tanıyan, gençliğinin en ateş­li yıllarının bir kısmını yurdun değişik bölgelerinde çalışmakla geçiren Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olarak, her tür vicdan spekülâsyonuna elverişli olan bu trajik konuya neşteri vurup, bazı tedirgin ruhlardaki cerahat ve ze­hri akıtmak istiyorum.

 

Diyorum ki, yirminci yüzyılın, yaşadığımız çağların öncelikle ay­dın, daha sonra toplumun tüm katlarındaki insanlarına kazan­dırmış olduğu yeni bir hayat fel­sefesinde gerçekçi bir görüş, bir sağduyu ve hoşgörü mevcuttur.

 

Bu anlayış, bireyler arasındaki ilişkiler sınırlarını aşmış, önce uluslararası ekonomik ve daha sonra da siyasa! birliklere yönel­miştir.

 

Yüzyıllar boyunca karşılıklı olarak yaşanmış intikam ve nef­ret duyguları, sonunda sağduyu­ya teslim etmiştir kendilerini ve insanlar mutlu olmanın yolunun ancak insancıl sevgi olabileceği­ni saptamışlardır. Bu sevgi, öl­çüsüz bir sevgi olarak gelişiyor artık tüm dünyada. Ve bu sevgi potasında ırk, din, dil ve deri renkleri eriyip, evrensel sevgi doğuyor.

 

Bu duyguların oluşması ve ge­lişmesi sorumluluğunu aydınla­rın ve sanatçıların yükümlenme­si gerekir. Toplumları iyi yönet­menin en başarılı yöntemi ise en iyi duygu ve davranış örnekleri vermekle olanaklıdır.

 

Ben bunun en canlı örneklerini görmüş ve yaşamış bulunuyorum.

 

Uzun yıllar taşranın çeşitli bölgelerinde çalıştım. Buralar­dan ayrılış günlerim, anı dün­yamın beni en çok duygulandı­ran ve zevklendiren olayları ol­muştur. Ben Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olarak o bölge­lerde bu niteliği taşıyan tek kişiydim. Ayrılış günlerinde gözlerinde muhabbet ve sevgiyi ra­hatlıkla saptayabildiğim geniş bir çevre beni sarmış ve bu duygusal akış gözlerimi buğulan­dırmıştı.

 

Siz Mıgırdiç Yanıkyan; bir in­tikam ve kin kâbusu İçinde ya­şayanlar, tekrar sizlere sesleni­yorum :

 

Beş kıtaya yayılmış Ermeni­lerin kalplerinde yaratmaya ça­lıştığımız bu kâbusun gerekçe­lerini hazırlarken, küllenmiş ta­rihsel olayların küllerinden ya­rarlanmak istiyorsunuz. Oysa o olayların ötesinde yükselen en azından iki kuşak doğmuştur. İşle bu kuşaklar geçmişi daha gerçekçi ve somut bir açıdan değerlendirmeyi başarmışlar ve Osmanlı yönetimi süresinde oluşan olayların sorumluluk eleş­tirilerini Cumhuriyet devrinde yapmayı mantık dışı bir davranış olarak görmüşler ve onları yen­mekteki tek yolun sevgi oldu­ğuna inanmışlardır. ,

 

Bağnazlıktan Uzak

 

Tarihsel olaylar, tarihsel akış İçinde dondurulup, bunun eleş­tirileri yapıldığında, gelecek ku­şakların mutluluğuna hizmet eden bir malzeme hazinesi olabi­lir tarih. Bütün sorun, bu olay­ları değerlendirirken her tür bağnazlık (taassup) dışında ka­labilme olanağına kavuşmaktır.

 

Anadolu'da Türk-Ermeni iliş­kilerinin 1870 yıllarına değin çok kardeşçe olmasına karşın, daha sonraki yıllarda bu ilişkilerin olumsuz bir doğrultuda gelişme­sinin nedenlerini somut bir açı­dan değerlendirmek ve sapta­mak, tarihsel ve toplumsal bir sağduyu emridir.

 

Bir Ermeni bir Türk’le dünya­nın herhangi bir yöresinde, bir masa başında insancıl sev­gi ve hoşgörü içinde tarihi eleştirebiliyorlar ve sonunda geçmişteki acı olaylar için bir­likte üzülüp o günlerin yöneti­cilerinin karşılıklı hataları için birbirinden özür dileyip birbir­lerine dostça ve sevgiyle sarı­lıp ayrılabiliyorlarsa, tüm dün­yanın gelecek güzel günleri için en soylu örneklerinden birini vermiş olacaklardır.

 

Bu cinayeti veya benzerlerini bir Mıgırdiç Yanıkyan gerekçe­leriyle işleyenlere karşı hangi ulustan olurlarsa olsunlar son­suz bir nefret hissediyorum. Bu cinayeti bir Mıgırdiç Yanıkyan işlediğinde ise bu nefretle birlikte utanç duyuyor ve iyi ni­yetli, sağduyu ve hoşgörü sa­hibi tüm yurttaşlara derin üzün­tülerimi iletiyorum.


ÖZGÜRLÜĞÜN BEDELİ

Cumhuriyet 10 Ekim 1974

 

YUNANLININ FELSEFE VE ŞİİRİ KİN VE İNTİKAMLA BESLENECEKSE, BUGÜNÜN YUNAN ÖNDER SANATÇILARI, OPORTÜ­NİZM VE BAĞNAZLIKLARINI USTACA GİZLEMEYİ BAŞARAN SAHTEKÂR SAYILIR

 

Dr. Ara ÖZALTIN

 

Çok şey söylendi, çok şey yazıldı dünya politik arenalarında Kıbrıs olayları için. Biz burada olaylar zincirinden bir anahtar halka kopardık. Konu. özgürlükçü ve ilerici Yunan vatan­daşları açısından Kıbrıs olaylarının nasıl değerlendirilmesi gerektiğidir. Yapacağımız diyalektik tahlil sonucunda ortaya çıkacak gerçekle, gelecekte gerek Türk -Yunan ilişkilerinde, gerekse tüm uluslarda oluşacak benzer olay­larda dünya aydınlarına düşecek sorumluluk payları saptanacak­tır.

 

Son cunta ve bir öncekinin, Yunanistandaki barışsever, ilerici ve özgürlükçü güçleri korkunç bir terör baskısı altında ezdiği dün­ya kamuoylarınca bilinen bir ger çektir.

 

Her adası bir hapishane ve iş­kence alanı olmaya yüz tutan Yu­nanistan, dünya demokrasilerinin aydınlarınca kınanıyor ve işlenen cinayetleri lanetlemek için dün­yanın çeşitli yörelerine dağılmış bulunan Yunanlılar protesto mi­tingleri düzenliyorlardı. Çoğu kez bu yörelerin hükümetlerini Yunanistan'a karşı diplomatik ted­birler almaya da çağırıyorlardı. Mikis Teodorakis'ler, Melina Merkuri'ler, Vasili Vasilikos'lar ve benzeri kimseler, kendi ülkelerini gözyaşları ile terk edip Yunanistan dışında özgürlük mücadelesini 'yürüten sanatçılar, aydınlardı.

Yunanistan, Avrupa İnsan Hak­ları Anlaşmasına da imza koymuş bir devlettir. Bir yönde insan hakları öbüründe aydınların sürgünü veya katli, utanç verici bir çeliş­ki idi. Avrupa Konseyi, bu çeli­şik yönteme karşı, uzun görüşmeler sonunda bir yargıya varmış ve faşist - militarist rejim süre­since Yunanistan'ı konseyden çıkarmıştır. Yunanistan'ı batmış olduğu bu karanlıktan kim, nasıl ve ne zaman kurtaracaktı? Beşi­ğinde boğulan hürriyeti kim geri verecekti Yunanlıya? Hürriyetçi Yunanlının belleğinde hâlâ 1947 iç savaşında İngiliz Komutanı Gene­ral Scobin'in tankları altında hürriyet, bağımsızlık ve sosyal ada­let için can veren Yunanlıların yaslı hatıraları yaşıyordu.

 

Aydın Yunanlı, kendi toplumsal yapısını tanıyor ve halledilecek meselelerinin başında, Yunan Hükü­metlerinin dış etkilerle yarattıkları haksız Kıbrıs sorunu değil, ba­şındaki faşist diktanın yıkılması gerektiğini kesin olarak biliyordu. Yunan halkı şayet Kıbrıs'ta cinayetlere itilmiş ise. bu Yunanistandaki cunta diktasının politika barometresinde bir fırtınanın patlamak üzere olduğu görüntüsünün sonucudur. Faşizmin değişmez bir kuralı durumundaki bu yönetimin hâlâ geçerli olduğu son Kıbrıs olayları ile böylece bize bir kez daha kanıtlanmış oluyordu. Özgür lükçü Yunanlı, toplumsal gelişmelerin nedenlerini çok iyi bili­yordu. 1967 darbesinden önce ge­nel seçimler arifesinde ilericiler cephesinin bir başarı olasılığından kuşku duyan çıkarcı çevre CIA’nın da yardımıyla demokratik rejime son verdikleri günden bu yana Yunanistan'a hürriyetin kan dökülmeden gelemeyeceği yaygın bir inanç halinde idi bu insanlar­da. O günkü cuntanın başı Ge­neral Papadopulos seçimler hak­kında şöyle konuşuyordu: «Askeri idare kamuoyunun olgunlaşmasına ve profesyonel politikacıların memlekette yarattıkları hürriyet anarşisinin izleri silininceye de­ğin seçim yapılmayacaktır.» Gene­ralin bu görüşünü ve onun getirdiği faşist diktayı yetersiz bulan General  Fedon Gizikis ise idareye 25 kasım 1973 tarihinde el koyun­ca halkına seçimler için: «Bu konuyu düşünmek bile istemediğini>> bildiriyordu.

 

Diktanın çirkin yüzünün gizli hiç bir yönü kalmamıştı artık. Bu haysiyetsiz yaşamın son bulması ümidi Kıbrıs'taki Türk ordusu­nun Barış Harekâtı ile kıvılcımlanmıştı.

 

Öyleyse haysiyet sahibi adaletçi ve insancıl her Yunanlı için, Kıbrıs'la faşist cunta tarafından estirilen cinayet fırtınası lanet edilmesi gereken bir davranış olarak kabul edilmeliydi.

 

Şayet yedi yıllık bir zulüm, iş­kence ve kâbus sona erecekse ve böylece özgür düşünce, insan haysiyeti bir gün geri gelecekse, bu, minnet ve şükranla anılacak bir olay sayılmalıydı.

 

Ve Yunanlı bu özgürce yaşam için şayet bir damla kanını bile dökmemiş ise her Yunanlının minnet ve şükran duygusu, ön­celikle Kıbrıs'taki cinayetlere son verip barış ve kardeşliğin yeniden kurulması için kanını akıtan Türk ordusuna ve ona ha­reket olanağı sağlayan İlerici Türk güçlerine karşı olmalıydı.

 

Bedeli başkaları tarafından ö­denen bu özgüllük, belki bağ­naz ve düşmanca duygularla şartlandırılmış bir Yunanlı için insancıl bir açıdan değerlendiril-

meyebilir, ön yargılar buna engel olabilirdi.

 

Ancak Yunan toplumunun ilerici cephesinin. Yunan ulusal kurtuluş hareketi önderleri ve partizanlar» için   şükran hislerinin ödenmesi, ırkdaşları tarafından Kıbrıs'ta işlenen cinayetlere kar­şı çıkmaları ile kanıtlanabilirdi. O ilerici yazarlar ki yapıtların­da, değişik  dönemlerde Yunan faşizminin, cunta diktalarının aydınlara karşı çağdışı davranışlarını insan haysiyet ve vicdaniyle bağdaşmayan vahşet ve ci­nayetleri en duygusal biçimde dile getirmişlerdir O besteciler ki, bu cinayetlerin öykülerini ve intikam şarkılarını özgürlük­çü Yunanlının dudaklarında ya­şattılar yıllarca, onlar için Kıb­rıs'taki durum ayrı bir açıdan değerlendirilmeliydi. Bir Makarios'un varlığına tahammülü olmayıp onu ve taraftarlarını öldürmeyi  kutsal «ENOSİS» leri için emir sayan gözü dönük in­sanların Türk köylerinde işle­dikleri cinayetlere  karşı çıkıp bir barış eylemini yürütmek yine Yunanlı   aydınlara düşen tarihsel bir görev olmalıydı. Ka­vuştukları özgürlükleri için öde­medikleri kan bedeli yerine, bu günün örtülü faşist Karamanlis Hükümetinin uzlaşmaz ve inti­kamcı tutumuna karşı çıkmak cesaretini göstermek yine onların borcu idi.

 

Ve yıllar boyu, masum Yu­nanlıları komşu ülkelere karşı nefret, kin ve intikam duygu-larıyla şartlandıran emperyalist ve faşist çevrelerin yuvalarını yıkmak ve soydaşlarını tarihsel intikam kâbusundan kurtarmak Yunanlı aydın ve sanatçı için vazgeçilmez ulusal bir sorun ol­malı idi.

 

Son Kıbrıs olaylarında deği­şik devletlerin çıkarları nede­niyle değişken tutum ve davra­nışları bir kez daha şu gerçeği saptamıştır ki, şayet dünya sü­rekli bir barış özlüyorsa, bu barışın mimarları asla çıkarcı çevrelerin temsilcileri olan çirkin politikacılar olmayacaklardır. Bu barış dünyadaki özgürlük­çü ve ilerici, insancıl hoşgörü sahibi ve insanın onuruna say­gılı tüm sanatçıların ve düşünürlerin ortak uğraşıları ve yapıtları ile oluşacaktır. Şu anda Yunan kamuoyunda büyük bir etkisi olduğu söylenen besteci ve şair Mikis Teodorakis şöyle sesleniyor ulusuna:

 

<< Devrimciyim, İnsanı değiş­tirmek istiyorum. İdealim bü­tün insanları şair ve filozof yapmaktır. Her insanın içinde gizlediği şairliği ortaya dök­mek, çıkarmak istiyorum.>>

 

Bu arada, hayatını cuntanın ölüm pençesinden tesadüfen kurtaran Andreas Papandreu'nun gurbet hayatından Yuna­nistan'a döndüğünde verdiği bir beyanatla Kıbrıs konusun­da Enosis'ten söz etmesi ise umut kırıcı oldu

 

Teodorakis'in yapmak istedi­ği filozof Yunanlı, Papandreu’nun duyguları ve görüşleri dı­şında olacaksa geleceğin dost­luk ve kardeşliği için hâla bir umudun var olduğu anlaşıla­caktır.

 

Yunanlının felsefe ve şiiri kin ve intikamla beslenecekse Yu­nan önder sanatçıları ve fikir adamları oportünizm ve bağ­nazlıklarını ustaca örtmesini başaran birer sanat sahtekârı olmanın ilerisine geçemiyeceklerdir

 

Atlılar, Muratağa ve Sandallar köylerinde saptanan toplu ci­nayetler artık bir jenosit görü­nümündedir.

 

Yunan aydınının, sanatçısının görevi, bu çağdışı kıyımcılar dışında, cinayetleri lanetleyen içleri şefkat, dostluk ve kar­deşlik dolu milyonlarca İnsan­dan oluşan başka bir Yunanis­tan'ın da var olduğunu tüm dünya kamuoyuna duyuracak­tır. Aşırı bağnaz bir Yunanlının, kahpe kurşunlarından biriyle hayatını kaybetme pahasına. bi­le olsa  ulusuna, onurunu, kur­tarmak için bu gerçeği dile ge­tirmelidir.

 

Çünkü erdemli bir sanatçının veya düşünürün sorumluluğu tutucu ve taraflı içgüdü ve duygulara karşı değil, toplumsal gerçeklere karşıdır. Ve belki de böylesine bir ölüm Türk ba­rış harekâtı şehitlerine karşı ödenecek en kutsal bir minnet borcu olacaktır.

 

 

 

 




 

 

 

 


 

 










 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (12 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol